19 Ekim 2013 Cumartesi

Akçakoca'da bir gün, haremlik selamlık garip bir durum ve "godoş" diye bir kelime


Bütün aşklar tatlı başlar, malum seyahatin de bi çeşit aşk olduğunu düşünücek olursak, bizimki de aynen öyle başlamıştı. Sabahın 6'sında uyanmak zorunda kalışımızı saymazsak keyfimiz kelimenin tam anlamıyla gıcırdı. Sırt çantasına bile ihtiyacımız yoktu.Bi  kendimiz bi biz diyip düştük yollara. Hem görmediğimiz bi yeri görücek, hem de deniz havasını ciğerlerimize kadar çekip kendimize gelecektik.
Niyet buydu...akıbet biraz değişik oldu.

NİYET NEYDİ AKIBET NE OLDU?

Otobüsle 3 saatlik bi yolculuğun arkasından nihayet soluğu Akçakoca'da aldık; ama laf aramızda biz aslında biraz "baba"yı aldık! Şöyle ki, yola çıktığımızdan beri yakamızı bırakmayan deli gibi bi yağmur Akçakoca'da bizi daha büyük bi şiddetle karşıladı. Gözünü açamaz mı  insan, aynen o durumdaydık. Allahtan çabuk demoralize olan, oturup hemen  haline ağlamaya başlayanlardan değiliz. Nasılsa bi şekilde tadını çıkartırız, madem geldik burdayız, keyfine varmalıyız sloganı ve sağanak yağmur eşliğinde başladık şımara şımara cırt cırt birbirimizi fotoğraflamaya.


Öyle de duralım, böyle de duralım, hadi şimdi nasıl duralım? derken de bu üstte gördüğünüz fotoğraf çıkmış ortaya ve en anlamsızı gibi gözükse de ilk bakışta, ben en çok bunu sevdim...


Derken...başımı sağa çevirdim. Akçakoca'da sahilin önünden geçen yolun hemen kenarında olanca heybetiyle bu fotoğrafta gördüğünüz Merkez Cami duruyor. Yalnız sorun şu ki, ben bunun cami olduğunu ilk önce anlamadım. Gülmeyin ne olur ama bildiğiniz alışveriş merkezi falan sandım. Tam karşıdan baktığınızda o arkadaki minarenin ucu zaten gözükmüyor. Öndeki minare de tam minareye benzemiyor. En azından ben benzetemedim. O kadar ki önüne kahve içeceğimiz bi yer vardır mutlaka diyerek gidip, hepimizden önce uyanan Selvi'nin "lan cami burası heralde, allah bizi naapmasın" cümlesiyle irkilip kendimize geldik. 
Mimarı kimse kendisine saygılarımızı iletmekle beraber, üçümüz birden aynı yanılgıyı yaşadıysak, pek bi başarılı bulamadık seni hocam! üzgünüz...bizimle diyilsin :) diyerek, hemen ilk sokağa dalıyoruz. Ama ne dalmak!?

Bulduğumuz ilk masaya kuruluyoruz. Zira yağmur yakamızı bırakacak gibi değil ve afedersiniz soğuktan resmen popomuz donuyor.  Amaç sıcak bişeyler içmek, iki dakika kendimize gelmek, bla bla bla...

Yok ama! öyle olmuyor. Oturduğumuz mekanın misafirpervlikten bi haber sahibesi bize derhal "kusura bakmayın, yemek yemiycekseniz oturamazsınız" buyuruyor. 
İlk bakışta "e kendince haklı" demek mümkün çünkü bir çok restoranda bu uygulama var evet. Netekim birincisi buraya restoran falan demek de pek mümkün değil ama hadi onu geçtim; "güya" turistik bir yerde hemen yolun kenarında böyle bi yeri işletiyosun. Dışarda şakır şakır bi yağmur var ve görüyorsun ki kız(cağız)lar yağmurdan sırılsıklam olmuş. Eh be güzel kardeşim hiç bi şey yeyip içmeyecek olsak bile o meşhur yere göğe koyamadığımız Türk misafirperverliği nerde kaldı ? bu mudur? Tabi buyrun, en azından biraz dinlenin denilmez mi? denilmedi. 

YIL 2013. AKÇAKOCA'DA HAREMLIK SELAMLIK

Canımız sağ olsun...illa ki bi yer buluruz diyip başladık yürümeye. Ne yürümek...Abicim yol bitmiyor, bitmediği gibi de bi yere gitmiyor. Tek bi tane oturup iki bardak çay, ya da kahve içecek bi mekan bulamıyoruz. En sonunda işhanı gibi bi yerin içinde çay ocağı gibi bi yer buluyoruz. İçersi sırf erkek dolu ama biz bunu önce kötü bi şeye yormuyoruz. Normaldir. Mevsim yaz değil artık. Hangi aklı evvel Ekim'de Akçakoca'ya gelir...derken, çayımızı getiren genç deliaanlı'ya  :) en şirin en cimcime halimizle soruyoruz: Pardon biz kahve içecek kafe gibi bi yer aradık ama bi türlü bulamadık. Olmaması mümkün değil, heralde biz bulamadık" diyoruz. Çocuğun yüzünde garip bi gülümseme beliriyor. Burası sırf erkek haklısınız, rahatsız oldunuz galiba, isterseniz yolun hemen karşısında bi pastane var, orda bayanlar üst katta oturuyor" demesin mi? Vallahi dedi, billahi dedi. 

Kızlar şaşkınlıklarını üzerinden atmaya çalışadursun ben hemen atlıyorum: Bi dakka, önce şuna bi açıklık getireyim. Biz burda sırf erkek var diye rahatsız olmadık, açıkçası siz şu an bu cümleyi söyleyene kadar bunun altında farklı bi anlam da aramadık. Sadece kapalı sıcak bi yerde oturup biraz ısınmak istemiştik, hepsi bu. Ama siz karşıdaki pastanede bayanlar üst katta oturuyor diyince de ben bi merak ettim. Kadınlar ve erkekler farklı alanlarda mı oturuyor orda? 

Evet! dedi. Bazılarınız abarttığımı düşünebilir ama; çocuk o "evet" le bi an sanki dünyayı başıma indirdi. Ne bu şimdi? Gözünüzü seveyim, biri bana açıklayabilir mi? Yahu benim bi arkadaşımın yazlığı var üstelik burda. İnsanlar burda yazın nasıl denize giriyor, plajın durumu nedir? orda da öyle bir uygulama var mı yoksa? soruları beynimi kemire dursun...dayanamayıp sordum. Yok dedi, o kadar değil. Yazın öyle olmuyor. Aman ne iyi...demek yazın öyle olmuyor. Uzun lafın kısası, iki saat içinde Akçokoca beni hayal kırıklıklarından hayal kırıklıklarına sürüklüyor...


Derken kalkıyoruz. Esnafını sevmedim, zihniyetini sevmedim, iyisi mi sen sende kal Akçakoca, ben almıyayım diye diye biraz daha sallandık oralarda. Yağmurda şemsiye alacağımız bi yer aradık. Aldık da...Benimkinin sapı, rüzgarda iki dakkada eğildi. Onu da Allah rahmet eyledi...

SONRA


Öğle yemeğimizi yiyeceğimiz Balık Çiftliği'ne doğru yola koyulduk. Aslında hiç bişey canımızı sıkmaya o kadar da yetmedi. Başladık yağmurun altında güle oynaya yürümeye...unuttuk, yerlisini, esnafını, zihniyetini...
Evet çok üşüdük, evet çok ıslandık, çok yorulduk...Ne var ki doğanın güzelliği o kadar çabuk iyileştiriyor ki insanı. Gözünüzün gördüğü yer, yeşil...sarı...Sonbahar üşenmemiş, bütün cicilerini geçirmiş üstüne sanki. 


Mest oluyorum...şu fotoğraftaki görüntüye bakınca kendimden geçiyorum. Yapraklar ayaklarımın altında haşur huşur ediyor. Bi an dünyanın geri kalanını unutuyorum. İçimden şiirler yazıyorum...hiç kağıda dökülmüycek...Bi şarkı tutuyorum, kimse bilmiycek. Bi elbise giyiyorum...ipek...bi şömünenin başındayım sanki, tek başımayım. Kimse tutup omzumdaki şalı çekmiycek. O kadar kendi kendimleyim. O kadar başka bi yerdeyim...Tüm aramalara kapalıyım. Çalan hiç bi telefon o "alo"yu işitemiycek.

Kısa sürüyor tabi...herkesin mutlaka oluyordur öyle melankolik halleri....

GODOŞ DİYE Bİ KELİME


Bu kız varya bu kız, bu fotoğraftaki çıtı pıtı, koy cebine gezdir, her eve lazım ballı lokma tatlısı.
Dünyalar güzeli, zeytin tanesi.
Hah bu kız işte. 
Hiç tahmin edebilir misin ki ağzından böyle bir kelime çıksın.
Seni gülmekten yerlere yatırsın. Hayır bi şey değil yerler ıslak...
Ne var ki yaptı. Hiç gözümün yaşına bakmadı.
O bizi "çay serfisimiz yok " diye mekanına kabul etmeyen amcanın dedikodusunu yaparken ben "yok abicim, hiç bişey koymadı da, ne yağmur ne çamur, şu adam bizi öyle kapıdan geri çevirdi ya, ben hala ona içerliyorum" dememle, Selvi'nin ağzından bir hışımla "godoşşş" kelimesinin dökülmesi bir oldu.
Ben yerdeyim...
Sonrasını hatırlamıyorum :)

Ve anladınız siz. Size Akaçakoca'da şunlar yapılır, şuraya gidilir, şu yenir, şu içilir gibi bi envanter sunamıyorum. Ha kimseye bi yer için "sakın gitmeyin" de demem zaten. İstiyorsanız gidin. Gidin gitmesine de, mümkünse mevsim yaz olsun, bilemediniz ilk bahar ve gene mümkünse beklentilerinizi en alt seviyede tutun.
Ha bu da kişiye göre değişir elbette. O yüzden kararı size bırakıyor, burada  satırlarıma son verirken, gözlerinizden öpüyorum.  

Sana gelince Akçakoca!
Büyük konuşmak istemem hiç ama; korkarım bu seni ilk ve son öpüşümdü.
Hadi sağlıcakla kal.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder