30 Ekim 2013 Çarşamba

Londra'dan hayat manzaraları...


On beş günlük bir gönül macerasıydı benim için Londra! Kısa ilişkileri de pek sevmem ama; bazen öyle denk geliyor hepimizin hayatına. :) Mutlaka sizin de etrafınızda vardır. Sevgili desen değil, arkadaş desen değil tam ikisinin ortasında bi yer vardır. Bazı çiftler orda durur. Onları her yerde ulu orta elele göremezsiniz. Her zaman dipdibe değildirler. Arada bir birbirlerinin aklına düşerler. Biri alo der. Öteki peşinden gider. İşte Londra benim için öyle bi yer. İtirafımdır. Ne zaman çağırsa, bütün prensiplerimi yakar giderim. Bir telefonuna bakar. Koynundayım...
 Burası kaldığım evin sokağıydı. Gir içine yürü biraz, çok değil yüz elli metre kadar...sağda, 102 numaradayım.  Ama oraya nasıl geldim değil mi? Valla hiç kolay olmadı. İlk küfrümü Havaalında yedi benden Londra.  Hem zaten tavsiyemdir, fazla hanımefendi olmaya çalışma burda. Çabuk bozar insanın ağzını bura.  Ben de bozdum :) Başlarım böyle aşkın ızdırabına dedim. Bu en kibarıydı tabi, diğerleri bende kalsın :) Aman Allahım! O nasıl kalabalık, nasıl keşmekeş bi yer. Alışanlar için çocuk oyuncağıdır eminim. ama ilk gün benim burnumdan getirdin. Senden alacağım var! Beni unutma sakın.

Odamdayım...kızların gelip beni almasını bekliyorum...beklerken saçmalıyorum :)

Derken...düşüyoruz sokaklara...
Hani yağmurlu, kasvetli, bet bi havan vardı senin? Hani insanı karamsar yapar, içini bayardın.  Hani yağmurundan çamurundan yakamızı alamazdık. Sen varya...nasıl güzel bi yalancısın!!? :)
İlk gün...elimizde bir "ille de gidilecek-görülecek" yerler listesi var. Buckingham Palace, London Eye, Big ban, British Museum, Hyde Park, Green Park, Palace of westminster (Thames nehrinin hemen kıyısında, Parlemento binasının bulunduğu yer)  Tower Bridge, bla bla bla :) Bir turist aç gözlülüğüyle ilk üç günde bunların hepsini talan ettik zaten. Yalnız iyi mi ettik kötü mü hiç bilmiyorum. Zira sonrasında fazla rutin bi hayata bağladık kendimizi. Biz buralıyız havalarına girmeler, sabah 12'ye kadar yatmalar, yerlisi gibi kızlarla akşam üzeri ancak buluşmalar... :) Benden duymuş olmayın ama insan oğlu bi tuhaf. 15 gün değil de 3 gün kalacak olsaydık kesinlikle daha çok yer keşfetmek için popomuzu  yırtardık, eminim.  Fazla rahatlık bozuyor insanı. Çabuk gevşiyor ruhu, bedeni...


Hadi denizin yok, anladım! Bari içinde bi nehir geçseydi be Ankara! diyip, iç geçiriyorum...


Yanılmıyorsam ilk günün akşamıydı...dakka bir gol bir. Ne güzel karşıladın beni Londra demiştim.  
Ve ne tuhafsın, nasıl şaşırtıcı! Cümbüş gibi, cıfıt pazarı gibi :) Ne arasan var. İstersen belanı ara! parmağını şıklat, başını çevir, hemen solunda. 

Burası oxford street'in ara sokaklarından biri. Arabayı gördüm fırladım hemen yanına. 
Hadi Ayfer, beni biraz fotolasana :)


Aynı civarda akşam üzeri...insanlar mütemadiyen ayakta. Oturarak içmek diye bi dertleri yok. İyi ki de yok. Bayıldım ben bu hallerine...

Özlem yeni yaşına Londra'da girdi.

Oxford'un ana caddesi bura. Arkamda gördüğünüz Londra'nın en büyük alışveriş merkezlerinden biri. Her girdiğimizde kızlarla birbirimizi kaybettik. Ha öyle çok karmaşık olduğundan değil yalnız. Seçeneğin o kadar çok ki, kendini çabuk kaybediyorsun...Topshop, Zara,Mango, H&M, River İsland, Debenhams, Miss Selfridge, New Look, Urban cadde boyunca sıra sıra yan yana dizilmiş durumda. Bu mağazaların hemen hemen hepsi de zaten bizde var. Ama merak işte bu. İlla ki girip gezdik...Ama en enteresan mağazası bence Primark'dı. Bakın o bizde yok :) Çok enteresan bi yer. Bu caddeyi boylu boyunca yukarı doğru yürüdüğünüzde solda kocaman bir bina. Yok yok içinde ve inanılmaz ucuz bi yer. 30 poundla girip en az beş çantayla çıkmanız mümkün. Aklınızda bulunsun :) 


London eye'nin içindeyim...yeşilmişim...sazmışım... :)


Hayatımda gördüğüm en karizmatik çiçek satıcısıydı!

Bu dükkan benim mahallemdeydi. Hepsi kullanılmış ürünler. 1 pounda plak da bulabilirsin, üç paunda elbise de alabilirsin. Mümkünse alt kata in. Çıkmak biraz zamanını alacak ama olsun. Büyülü efsunlu bi yerdi...ya da bana öyle geldi.
Ayakta takılma olayına devam :) 

Poz vericektik be abicim! biraz bekleseydin...

Yukarda gördüğünüz fotoğrafları Green Park'ta çektim. Yok böyle bi yayılma hissi. Üstündeki bütün ağırlıklardan kurtulduğun bi yer. Birileri açmış şarabını içiyor. Birileri yatmış kitabını okuyor. Az ötende bi çift öpüşüyor...kimse hoop! kıış! demiyor. Zaten Kraliçeleri de "ordan bakıyoruz gençler kucak kucağa oturuyor" gibi tuhaf, neresinden baksan aklının almadığı "geri" demeçler vermiyor. Muhtemelen hatunun daha mühim işleri var!!!

Buckhangam Place. Şansa bakın ki o gün yeni prensleri doğmuştu! 


Yukarda bahsettiğim Primark mağazasından çıkmış halimiz...

Hyde Park...


Big Ben

İtirafımdır. Kayıtlara geçebilir. Bu adama tahmini on on beş dakika süresince aşık oldum! :) O kadar karizmatik göründü ki gözüme...bildiğiniz gözümü alamadım. Yaklaşık on fotosunu çektim :) Farketti...gülümsedi...hatta bence biraz havaya girdi :) olsun...hakkıdır! teslim ettim :)  bunu da  koleksyonumdan size özel seçtim :)  

Atmışım kendimi yerlere...
Piccadilly Circus'ta tam meydanda bulunan Eros heykeli. Duyan gelmiş. Biz de oturduk :)
Mekanda yer yok, Özlem sıra bekliyor :)
En sevdiğim şeylerinden biri de taksileriydi...oyuncak gibi.
20 pound verince bununla tüm şehri üç saat boyunca gezdiriyorlar size.
Greenwich gözlem evi...Hani şu ders kitaplarımızda adı geçen. Ama niye gittik, derdimiz neydi anlayabilmiş değilim. Zira adamların doğru düzgün ulaşımı bile yok oraya. Yemişim başlangıç meridyenini diyorlar zaar :) Bazı şeyleri biz mi gereğinden fazla önemsiyoruz ne?
Piccadilly circus. 24 saat yaşayan bi yer. Canın dibine kadar eğlenmek, dağıtmak istiyorsa da gel, deli gibi alış veriş yapıp boş boş gezinmek istiyorsan da gel. Mümkünse gündüz ayrı, gece ayrı gel. İkisi de ayrı güzel :) 
Tower Bridge.
Vedaları sevmem bilirsin! :)  hikayemiz devam edicek...!